28.06.2021

Kadın denildiğinde aklımıza ilk gelen nedir?  

Kadını düşünürken zihnimizde canlananlar nelerdir ve bunların tümü zihnimize nasıl yerleştirilmiştir? 

Mitolojiden başlayıp günümüze kadar kadın ve erkek arasında bir rol ayrımı yapacak olursak, erkek ilk çağlardan bu yana gücü temsil eden karakteristikleri bünyesinde barındıran, kadın ise; daha ziyade zayıflıkları ve aczi taşımakla vazifeli bir varlık olarak benimsenmiştir. Örneğin, Savaş Tanrısı Ares bir erkektir yani eril bir objedir; gücü, görkemi temsil eder. Oysa aşk ve güzellik tanrıçası olan Afrodit ya da Roma’daki adıyla Venüs cilveli, gönül alıcı, sevgi ve zarafet ile özdeşleştirilen karakterlerdir. 

Yunan mitolojisine göre Pandora ilk kadındır ve tanrılar armağanı anlamına gelmektedir. Zaman içerisinde değişikliğe uğrayan Pandora kelimesine değersiz bir obje, intikam amaçlı yaratılmış ve ‘’hediye” edilip tüm dünyaya kötülüklerin yayılmasında etken olan bir araç anlamı yüklenmiştir. Farklı toplumlarda kadının rolü toplumun gelenek ve kurallarına göre değişiklik göstermiştir. Örneğin; eski hint geleneğinde kocası ölen kadının kocası ile yakılmakta ve kadın bir kötülük sembolü olarak görülmektedir. Eski Çin ve Japon geleneğinde ise; kadının ıslah edilmesi gereken bir varlık olarak değerlendirildiği ve  "Madem karını sabahleyin dövdün, öğleyin de niçin dövmeyeceksin ki?! düşüncesinin hakim olduğu görülmektedir. Cahiliye müşrik geleneğinde ise kadın; diğer toplum örneklerinde görüldüğü gibi velayet ve miras hakkından mahrum bırakılmıştır. Kız çocukları toplumun yüzkarası sayıldığı için insanlık tarihinde daha önce görülmemiş bir tarzda çoğu zaman diri diri gömülmek suretiyle öldürülmüşlerdir. Hür ve soylu olmayan kadınlar cinsel meta olarak görülmüştür. Kısacası kadın; bütün hayatı işgücü, cinsellik, üreme gibi birtakım dar kalıplar arasında sıkıştırılarak sınırlandırılmış, temel nitelikleri bastırılarak, toplumdan soyutlanmış, kimliksizleştirilmiş ya da varoluş mücadelesi dahilinde hak etmediği bir kimliği kabul etmek zorunda bırakılmıştır. 

Toplumsal cinsiyet eşitliği vurgusunun yapıldığı bu dönemler de dahi bazı değerlerin (namus) sadece kadınlara özel bir durummuş gibi düşünülmesi kadınlar üzerindeki baskıyı artırmış ve toplumsal anlamda psikolojik sorunları da beraberinde getirmiştir. Bir erkek ağlıyorsa ‘’kadın gibi’’ olmakla suçlanır. Oysa bir kadın istediğini elde etmek için çabalıyorsa toplumun gözünde ‘’erkek gibi kadın’’ sıfatı yakıştırılır. Özetle bir erkeğin insani duygularla duygusallık hissetmesi utanılacak bir davranışken, bir kadının tek başına ayakta kalma mücadelesi sırf kadın olduğu için alkış toplamaktadır. Çünkü güç erkeğe atfedilen bir olgudur. Tüm bu çelişkilerin temelinde yatan ise daha önce bahsettiğimiz yüzyıllardır süregelen eril ve dişil kavramlara atfedilen toplumsal cinsiyet rolleridir. Kadın ne zaman tam olarak ne istediğini, neler beklediğini veya neye ihtiyacı olduğunu söylese toplum tarafından talepkar veya dominant sıfatı ile anılmaya başlanıyor. Hâlbuki kadın toplumda baskın olmanın peşinde değildir. Kadının tek derdi güce ortak olmaktır. O yüzden “Eş” denmiyor mu evlenen bireylerdeki taraflara? 

Şems-i Tebrizi’nin dediği gibi; "Kadın; bilmeyene 'nefs', bilene 'nefes'tir." 

Kadını küçümseme, saygı duy! Çünkü o hem seni dünyaya getiren hem de cennete ulaşman için var oIan kutsaI bir geçittir. 

Kadın erkek ayrımı yaparak değil; insan vurgusu yaparak konuşacağımız günlere kavuşmak temennisiyle…